19 Kasım 2011 Cumartesi

Blasted yorumu üzerine...

Blasted Sarah Kane'in ilk oyunu.. Bosna Savaşının patladığı sırada, bir kadın ve erkek üzerine yazmaya başladığı bir hikaye vardır Kane'in. Bir gün televizyonda haberleri izlerken donar kalır, dünyada olup bitenler, yaşamla ölüm arasındaki insanlar, onları bu çizgide oynatan başka 'insanlar'... 'Dünya içinde böyle şeylerin olduğu bir yer ve ben oturmuş bir kadın ve erkek arasında geçen bi hikaye anlatmaya çalışıyorum!' diye kızar kendine ve Blasted ortaya çıkar. Belki de bütün yazım hayatını etkileyen bir başlangıçtır Blasted.
Akgün Akova'nın 'Yıkık Bir Çocuk Bahçesi Gibiydi Yüzü' adlı en çok sevdiğim kitabında karşılaştığım şiirdekine benzer Sarah Kane'in oyunlarındaki ruh. Bütün o acımasız karanlık tüm çıplaklığıyla, tüm ilkelliğiyle gözler önündedir ama yine de bişeyler bekletir size, başka şeyler, o oyunda görmediğiniz daha açık renkli şeylerin olabileceğine dair şeyler, hiç bi oyun koyu, siyah bir noktayla bitmez, ama hiç bi gerçeklik duygusundan da taviz verilmez.

''1.
çocuk bayramında
bomba yerine
oyuncak
atmak
dedi
halkla ilişkiler uzmanları,
kuşkusuz
etkili olur.
gerçekten
büyük etki yaptı
tüm dünyada.

2.
uçaklar
onbeş gün önce
atsaydı oyuncakları
bombaları da bugün
iki küçük çocuğumun
iyilikseverliğiniz sayesinde
oynayacak bir şeyleri olurdu
son iki haftaları boyunca.

erich fried''

Bu şiirdeki gibi boğazı düğümler bırakır, onca küfür, onca vahşet tasviri. Blasted bu kıyıcılıktaki yaşamı gösterir, tragedyalardaki gibi bir kurgu yaparak. İnsanın kendi ihtiyaçlarının kölesi oluşunun ve her türlü 'ahlak' algısını yok ederek acizce yaşamaya tutunan insanlığı anlattığı son sahnesi şöyledir: Bir asker tarafından tecavüze uğradıktan sonra gözleri emilip oyularak çıkartılmış oyun kişisi Ian düştüğü durum yüzünden kendini öldürmeye karar verir ama buna cesaret edemez ve açlıktan sarsılırken yaşamak için az önce ölmüş ve toprağa gömülmüş kanlar içindeki bir bebeği yer. Bebek, Ian'ın gecesinde tecavüz ettiği eski sevgilisi Kate'e savaşta ölen bir kadın tarafından teslim edilmiştir ama yaşatılamamıştır... Ve oyun, artık gözleri olmayan Ian ve Kate'in birlikte yaşamaya devam edişi halinde sona erer.

Dün bu zor metnin sahnelendiğini duyup heyecanla izlemeye gittim... Cesaret işiydi çünkü böyle bi oyunu sahneye taşımak. Ama hiç hiç hiç beklemediğim kadar şaşkın çıktım oyundan... Vahşet, fiziksel ve dilsel şiddet üzerine yazılmış metinden keyfi olarak 'bazı müstehcen' replikleri çıkarmak, tecavüz, cinayet ve vahşetin aczini anlatan bi oyunda bunları göstermemeyi bırak sezdirmemek, karakter analizi yapmadan oyunculara replik söyleterek Sarah Kane'i aktarmaya çalışmak -en naif kelimeyi bulmaya çalışıyorum- haksızlıktır(ayıptır, günahtır)... Kane'in edebiyatına, bu edebiyatın takipçilerine, onu hiç tanımayan seyircilere... Ve Ian'ın açlıktan bebeği yediği anı, sahnede sipariş edilip yenmemiş 3 tane sandviç varken oynamak akıl almaz bişeydir artık(oyuncak bebekten ve 'yeme taklidi'nden bahsetmiyorum bile). Doğrudan seyirciyi salak yerine koymaktır! Nasıl bir reji, nasıl bir mantıksal tutarsızlıktır anlaması çok güç... Blasted'ı sahneleyen gruba neden bu oyunu seçtiklerini sormak istiyorum. Ne kadar süre çalıştıklarını, 'yeni metinlerle yeni oyunlar oynamak' böyle bir şey değil çünkü. Hele oyunun yarı akıllı denebilecek saf kızını 'atarlı' ve 'cool' yaparak bütün o 'umut' duygusunu yok etmek... Haksızlık diyebiliyorum sadece ve Akgün Akova'nın çok sevdiğim başka bir şiirinin son dizeleriyle bitirmek istiyorum...

'baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir 
nereye kadar gidebilir 
bana bağırma baba 
kendine bağır 
yoksa her şey bitebilir'

17 Kasım 2011 Perşembe

Kritik bir kritik

Uzaktan bakıldığında koskoca bir kavram, telaffuz edince ağzını dolduran, yanına yaklaştıkça büyüyen, 'o kadar karmaşık ki şimdi burda ayaküstü konuşmak doğru olmaz' denilen cinsten konular, kavramlar var. Büyük ve karmaşık insanlar yok. Ama soyut ve büyük şeyler var. Büyük anlamlar. Büyük fikirler. Bu büyük şeyleri anladığını dahası yarattığını sanan insanlar var. Her bir yaratıda ortaya çıkan insan aczi.


Ben tiyatroya inanıyorum. Ama tiyatro hakimlerine inanmıyorum. 'bu budur'culara 'bu iş böyle olmaz, ben biliyorum doğrusunu' culara, kendiyle yüzleşmeden başkalarıyla çarpışanlara, sırf eleştriyle başa çıkamadığından kendini ve yaptığı şeyi inkar edenlere, çıkış noktasını, yolda bambaşka bi şeye dönüşmek üzere unutanlara, bilmem kaç zaman önce öğrendiği şeylerin hayatı yakalamaya yeteceğini düşünüp yeni şeyler öğrenmeyi reddedenlere, hiçbişey bilmeden yola atılanlara değil de herşeyi bildiğini zannedip yola çıkmaya gerek duymayanlara, kısacası İsmail abi; 'söylediği şeyle ağzından çıkanı kulağının duyduğunun tutmadığı' insanlara inanmıyorum. İnsanın en büyük zaafı kendi aczini farkedememe hastalığı. Bu insan, hayatındaki her alanı birbirinden kesin çizgilerle ayırmaya başlıyorsa, samimiyetini de ordan oraya böyle böyle yitirir en sonunda. Para kazandığın işle sevdiğin işi ayrırsın önce, zorunludur çünkü bu hem manen hem de madden yaşamaya devam edebilmen için. Ama sanıldığı gibi tek cümlede bitmez bu iş, çünkü çevrendeki insanları da ayırırsın, yaptığın işleri de, 'sevmedim ama yaptım', 'inanmadım ama yaptım'ların çoğalır. sadece fiziksel varlığını devam ettirebilmek üzere başladığın bu ayırma, manevi dünyanı ele geçirmeye başlar derhal. 'Şuna ulaşmak için şunu yapmam gerekiyodu'ların başlar. Giderek kendinle olan bağını koparmaya başladığından, en inanarak yaptığın iş en çok korktuğun iş olur, üzerine söylenecek herhangi bir olumsuzluğu kaldıramayacak olduğundan-çünkü etrafta inanmadan yaptığın o kadar çok şey var ki inanarak yaptığın üzerine söylenecek bir tek sözle kendine güveninle olan imtihandan 0 alacaksındır- kalkanlarını kaldırırsın, 'onu şu yüzden yaptım, bunu yaparken şu olmuştu' diye. Mazeretler üzerine kurmaya başlarsın hayatını ve aslında kusurlu bir yaratık olarak dünyaya atıldığını unutmaktır bu. Kusuruna mazeret bulmak yaratılışını inkar etmektir çünkü. Ve bence dünyadaki en büyük kandırmacaya sebebiyet verir. HERKES bu kandırmacaya kapılır ÇOĞU egosuyla imtihanından sınıfta kalır.


Unutulmaması gereken kavramların büyük insanların küçük olduğudur. 'Yaladım yuttum, piheeey' diye koltuğunun altında gezdirdiğin şey aslında 2ters 1düz yapıp kapatılıp senin koltuğunun altına yerleştirilmiş bir tavla kutusudur. Ve onu koltuğunun altından çıkarıp önüne açman gerekir önce, 'öğrenebilmek' için.