20 Haziran 2011 Pazartesi

Dijital Sahneler!

Dünyadaki, performans alanında dijital etkileşimi kullanarak yapılmış farklı işleri bu blogda toplayarak kendi çalışma arşivimi oluşturmaya başlamanın vakti geldi.

Öncelikle yeni keşfettiğim -keza yeni başlayan- Digital Stage Festival'in sitesi. Bakmadan işe koyulmamak lazım!:)

Sonralıkla:

Ve benim bu dünyaya aktif olarak katılmamı sağlayan program Isadora'nın yaratıcısı Mark Coniglio'nun sitesi:

Sergi tadında yapılan işlerden; sahnede en iyi sonuç vereceğini düşündüğüm ve zihin açıcı iş Compliant. Impression da iyi ama daha iyi iyileri de yapıldı aynı sistemin, renkli olarak hem de.

Arkası yarın...

Sezon sonu...

''4.48 Psikoz- Etkileşimli Sahne Tasarımlı Tiyatro Oyunu Projesi'' ile Mayıs ayında açtığımız ilk sezonumuzu Haziran ayında bugün itibariyle kapattık. Uzun bir çalışma dönemi ardından -fikir aşamasıyla birlikte 10ay- 1 ay içerisinde 5 oyunluk ilk sezon deneyimimizi gerçekleştirmenin heyecanını ancak bu süreç bittikten sonra farketmeye başladık. Bundan sonrası için hedeflediğimiz, yeni medya teknolojileriyle, farklı ve özgün sahneleme biçimleriyle sanat projelerine yeni anlamlar, yeni bakış açıları ve yeni biçimler katma niyetimizin önemli ve güçlü bir örneği oldu 4.48 Psikoz. Alışılagelmişin dışına çıkmaya çalışmak öncelikle kendimizle yaptığımız bir yarış. Kendi sabiterimizi, bazı sorgusuz sualsiz alışkanlıklarımızı ve tabularımızı yıkmak, elimizdekileri birbirimizle değiş tokuş etmek, karıştırmak yeni dengeler, yeni sesler, yeni renkler çıkarmak niyetimiz... Geçtiğimiz 1 yıllık süreçte hayalimizi gerçekleştirmemizde her bakımdan bize emeği geçen herkese teşekkür etmekle birlikte bundan sonra yanımızda olmak isteyen herkese de kucak açmak istiyoruz. Bizimle aynı heyecanı duyan, amatör ruhunu ve heyecanını kaybetmeden profesyonel işler çıkaracak, farklı disiplinlerden gelip aynı ekip ruhuna dahil olacak gittikçe büyüyecek bir 'Performans ve Oyun Topluluğu' ile sistemde POT'luk yaratmak hedefimiz... Yazımı 'yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerlerde ...' diye bitirmeye kalkmadan önce(:)) bitirmek niyetindeyim:) Bu sene 1 aylık bir süre içinde ucundan göz kırptığımız, sahne sanatları sezonunu dolu dolu yaşayacağımız bir seneyeyi şimdiden iple çekiyorum/çekiyoruz...

8 Haziran 2011 Çarşamba

'Kebap'a ve fiziksel tiyatroya övgü.

Yazının başlığını 'Bu kebap iyi pişmiş ' koymamak için direndiğimi(:)) söyleyerek başlamak istiyorum. Zira bu tarzla başlık atılan ciddi eleştri yazıları okudukça bulaşıcı bi şey haline geliyor bu sevimli benzetmeli espriler- yıllar önceki alışkanlığımı canlandırmanın vakti geldi diyerek yeniden yazmaya başladığım şu günlerde bu rüzgara kapılıp savrulmak istemiyorum hayır hayır hayır daha yolun başındayım!- buarada yeterince araştırma yapmadım, umarım kimse bu benzetmeyi kullanmamıştır bu oyun hakkında, hayır kullandıysa valla sözüm ona değil, yani ben genelleme üstüne genelleme yapıyorum -gerçi herkes de beni okuyor da sanki-sahi buara maşallah bir bilinçakışı var ki sorma gitsin, en Aylak Adam'a atıfta bulunanından çağdaş oyuna girişsem girişirim beni kimse tutamaz. Evet.

Kebap'ı izledim ve bodoslama söylemek istiyorum ki erkekler dünyası fikrine bayıldım, hemen de Oda Tiyatro'suyla çıkardığım son oyunu hatırladım. Evet İstiyorum'da aynısının kadın-erkek karışık versiyonunu yapmıştım evliliğin içinde kendini baskı altında hisseden ve anne-baba-çevre takıntıları yüzünden bi türlü kendileri olamayan kadın ve erkeği vurgulamak için sahnenin arkasında hiçbişey söylemese de oturan ve izleyen kadınlar ve erkekler vardı. (Ben de hep kendi yaptığım şeylere referanslar olunca seviyorum ha:)) Bizim oyunda soranlar olmuştu gerçi onlar niye orda oturuyor diye, bence Kebap'ta soran pek olmamıştır zira fazlasıyla açık ve anlaşılırdı. Başlangıçta sahnede tek başına kıyafetini değiştiren kadın sonlara doğru erkekler dünyası tarafından giydiriliyor, zaten sürekli onlar tarafından izleniyor ve onların bakışları arasında yaşıyor, yönetmen bir üst katmanı eklemeyi de ihmal etmemiş ki bence bu daha da önemli, başroldeki erkek oyuncunun komutlarıyla harekete geçiyor erkekler dünyası. Yalnızca artık herşeyin çığrından çıktığı ve kadının öldüğü sahnede komutuna uymuyorlar-ki bu da yapılan kötülüklerin sebebi olduğu halde sorumluluğunu almayan erkekler dünyası metaforu adına çok başarılı bence.


Oyunun maç fanatizmiyle bitişi ve finalde oyuncuların selam vermeye çıkmayışı da yenilikçi ve oyunun içeriğiyle çok bağlantılı bir tavır. 'Bu bir oyun değil' çünkü gerçekten ve bu dünyada gördüklerimizde 'alkışlanacak bir şey yok' ve bu salondan çıktığınızda 'bir oyun izleyip alkışlayıp çıkıp gitme'nin tatminini yaşamayacaksınız. Yönetmenin seçtiği bu tavırda in-yer-face oyuncusu olmakla da ilgili bir anlam da çıkıyor bence üzerinde düşünülmesi gereken. Oyunculuğu kişisel tatmin dışında göremeyen, politik sorumluluğu üzerine kafa yormayan, alkış odaklı yaşayan oyuncular var çünkü bu hayatta. Ve evet, oyuncu alkışlanmasın demiyorum fakat yaşadığımız dünyayı yaşanılabilir hale getirme çabasında olan sanatın herhangi bir dalını icra eden insanların zaten insan olarak yapmaları gereken şeyi mesleklerini kullanarak yaptıkları için göstermeci çığlıklar beklemelerine gerek olmadığının güzel bir örneği bu tavır diyorum. Yoksa güzel şeyler yapan insanlar takdir edilsin, hatta önce takdir mekanizması gelişsin ki, eleştri mekanizması da gelişebilsin.


Velhasıl, Kebap'ta dikkat çekmek istediğim bir başka konu da 'fiziksel oyunculuk' meselesi. Oyunu izledikten sonra biraz daha araştırdım fiziksel oyunculuğu ve kesinlikle daha çok oyun yapılmalı bu konuda dedim. Şimdiye kadar Grotowski temrinlerini çalışma sisteminin odağına oturtan bendeniz, şu son 1 yılda bunu yap(A)mamış olmanın verdiği rahatsızlığı derinden hissettim. Çünkü evet, oyuncuların fiziksel devinimle metne yaptıkları katkı oyunu bambaşka bir yere götürüyor, hem içerik olarak hem de estetik olarak izlediğim en iyi 'in-yer-face'ler arasına kesinlikle girer bu oyun bu yönüyle. Yönetmen açısından da oyuncu açısından da yaratıcılığı harekete geçiren çok önemli bir etmen.




7 Haziran 2011 Salı

Yüzyılın Aşkı Bilinçakışı...


Adını duyup tanıtım videosunu izlediğim andan itibaren çok seveceğim hissine kapıldığım, bu his yüzünden oyunun her gösterimini sapık gibi takip ettiğim ama bi şekilde 'izlersem biter' duygusuyla hakkındaki haberleri, eleştrileri okuyup 'hayalimdeki'ni canlı tutuğum ve gerçeğine gitmeyi ertelediğim Yüzyılın Aşkı'nın bu sezon için sondan bir önceki gösterimine nihayet gittim. Yeni bi oyun izleme heyecanımın bu kadar yüksek oluşu durumu onca aylık 'kapanma' sürecinden sonra çok iyi geldi... O kadar ki oyunun her anını aklımda tutmaya çalıştım, bitmesin, acaba bi daha izlemek istersem, DVDsini çıkarırlar mı, sahi öle bi furya vardı ama BKM'den başka yapan da bilmiyorum, aynı hissi vermez diye yapmazlar heralde derken bunları düşüneceğime oyunu izleyip -aha işte, adamın cümlesinin başını kaçırdım- ama önemli olan cümleler değil de mizansen, bu anı unutmasam yeter, adam önde kadın arkada sırtını duvara yaslamış, yönetmen bu sahneyi çıkarırken salonun en arkasında oturan seyircinin görüş açısını baz almış olmalı sahi ne zamandır bu kadar özenli ve naif bir sahnelemeyle karşılaşmamıştım, oyuncuların mekanı ve mizansenlerini değiştirme anlarında bile estetik duygusu korunmuş, izletiyor da izletiyor, tanıtım videosundan hissettiğim ve heyecanımı diri tutan da buydu, evet şimdi çözdüm, -hoop kadın adamı aldatmış ama adam da susmuş. bence 'susarak iyi bi şey yapmışlık ve haksızlığa uğramışlık durumu'nu korumak için susmuş da susmuş. kadının da içi çürümüş susuşlardan, belki de sırf adam artık konuşmaya başlasın diye aldatmış, yıl kaçmış?-gizem-beynini sustur ve izle-sustur!(tarihlerin ileri geri hareketinin sıralamasını en son mu yapmıştır acaba? hikayeler ve duygu durumlarının dengesini kurarak oyunun temposunu tutturmak için muhtemelen evet. Bunu şimdi düşünmemeliyim, sıralamayı hatırlayıp neyin arkasından ne gelmiş, sonra bakabilirim, aa hatta kağıtta yazıyor bile! Sussss..... 81 öyle bir başladı ki benim bilinçakışım dahil her şey sustu. Diğer bölümlerin genelindeki -ve sanırım hayatın- konuşan kadın susan erkek dengesinin hem metinsel hem rejisel mükemmel dengesi. Konuşmayan ama korktukça, panikledikçe elini masaya vurmak suretiyle ses çıkaran erkek. O erkeği o hale getiren başka erkekler, O başka erkeklerin susma ve ses çıkarma öğretileri, bu öğretilerin arasında susmayan ama erkeğin masaya vuruşu irkiltisinde ses de çıkaramayan kadınlar. Kadının konumu, söyledikleri, duygusu o kadar iyiydi ki bu sahnede! Ne boyun eğen ne de 'ne halin varsa gör' diyen sadece kafasını pencereden dışarı uzatmak isteyen... -ağlama ağlama, ağla ama hıçkırma bari oyundan gözlerim şiş çıkmak istemiyorum(ama DVD şart be!)- Tamamlanamayacak olma ve çaresizlik gözle görünür elle tutulur bir şey artık, hikaye o kadar güzel yaşanıyor ki-şu an bunu oynuyor olmak ne büyük bir lütuf, oyuncular farkında mıdır ki şu anda bunun? 1buçuk saat denmişti daha var demek ki -Hoop sahne kararmasın kararmasın!...-

Ve sahnedeki kadını da erkeği de susturup ŞİMDİ'yi sese söyletmekle biten oyun. İtinayla seçilmiş kelimeler.

''Şimdi. Asfaltların otobanlarca arabalara eşlik ettiği ve içinde hiçbir şey konuşulmadan geçip gidilen yollar, ŞİMDİ, “takılınan” sevgililer, satılan spiritüel zırvalar, seks partnerleri, mesaj aşkı, ayrılığı, SMS sevgileri, ŞİMDİ, bir şarkılık sevgiler, iki boşanmalık düğünler, üç nişanlık birleşmeler ve akrabaların elinde patlayan düğün hediyeleri, çeyizler, ŞİMDİ, sınırsız imkanlar, olabilirlikler arasında iliğine kadar yalnız binlerce kalp ŞİMDİ, yalnızlıktan kollarını kesik kesik kesen kadınlar, yalnızlıktan boşalamayan erkekler, ŞİMDİ, internet tanışmaları, internet buluşmaları, internet sikişmeleri arasında çiçekçiler, internet üzerinden kalpli 5-10 ya da 15 güllü sevgililer günü paketleri olan hediyelikler, ŞİMDİ, ekran tenlerini insan tenine tercih eden ekran insanları, aynı anda dört şeyi yapamayınca kendini yaşamıyormuş gibi hisseden ruhlar, hep satın almadığı, yapmadığı, yapamadığı bir şeylerin kaldığının bilinciyle mutsuz çok mutsuz olan insanlar, ŞİMDİ… Şimdi aşk için yanlış bir zamandır. Aslında. Ama yine de sevmekten vazgeçemeyiz. ŞİMDİ. Bu zamanda dost bile kalabilmek özel bir durumdur. ŞİMDİ…''

Oyunun daha tanıtımından duyduğum heyecanın sebebi benim de 'tamamlanamama, eksik olma' ya ilişkin bir saplantımın bulunmasıydı biliyorum. 4.48'de de o eksik olma haliyle bireyin nasıl başa çıkabileceği ya da çıkamayacağı durumunu ön plana çıkarmaya çalışmıştım diğer şeylerin yanında. Bu insanı 'öldürebilir' gerçekten çünkü. Bunu kabullenmek mi zor kabullenemeyip herşeyi başka bi şeyle kapatmaya, esas tabirle 'tamamlamaya' çalışmak mı?
Ve oyun boyunca hissettiğim 'bitmesin, bitmesin' duygum bi bakıyorum ki, 'tekrar ettikçe tamamlanır belki' yanılgısından. Defalarca izleyerek tamamlamayı gerçekleştirme çabamdan. Beynimin içinde sürekli sürekli yaptığım tek şey olan.

Bence o kadar başarılı bir iş olmuş ki - her şey kendiliğinden aynı yere bağlanıyor : ne kadar daha yazarsam eksik olmaz ve bu yazıyı nasıl tamamlarım bilemiyorum işte.Yani, tamamlayamayabilirim de, yaklaşabilir miyim en azından tamamlamaya?