
Eskiden 'ateşle yaklaşmayın' diye bi ibare vardı. Ne zaman karşılaşşam elinde koca meşaleyle yazıya doğru yürüyen insan görüntüsü canlanırdı gözümde. Şimdi biri bana piktogramını yap dese o görüntüyü çizebilirim. Şimdiyse aynısının 'cep telefonuyla yaklaşmayın' versiyonunu yapıp her yere asmak, dikmek, yapıştırmak istiyorum! Zira artık kamera özelliği bulunan cep telefonlarının bütün tanımları alt üst eden bir 'representation'a tekabül ettiğine iyice ikna oldum!
Fotoğraf, görsel kültürün çok önemli bir parçası olarak uzun süredir hayatımızda. Ve günlük yaşamda basitçe 'mutlu' anlarımızı sonra yeniden hatırlamak üzere ölümsüzleştirmek ve bu yolla başkalarıyla paylaşmak üzerine kurulu. (Yıl 2007 Bilge Yeşil'in VA 215 sınıfında neden aile albümlerinde kavga anlarının aile bireylerinin birbirlerine rest çekip kapı çarptıkları, hüngür sümük ağladıkları anların yer almadığını tartışıyoruz, elinde 28lik pozu olan makineyle çıldırmış kadın, adam ve ergen çocukları çeken bir cüce hayal ediyorum, ileride böyle bir konsept oluşturmayı kararlaştırıyorum) Bugün özellikle cep telefonları vesilesiyle herkesin günlük yaşamının kocaman bir parçası olduğu gerçeğiyle bambaşka bir hal almış durumda fotoğraf. Çünkü sadece ana tanıklık etmiyor artık, o anın yaşanmasını-paylaşılmasını engelleyip onu 'sonradan bakılacak' bir görüntüye indirgiyor.
Geçen cumartesi İstiklal'de gezdiğim iki seriden biri olan ARTER'deki Patricia Piccinini sergisinde fotoğraf çekme'nin geldiği son duruma çok ama çok yakından tanık oldum. Sergi salonuna adım attığı anda cep telefonuna sarılıp bütün sergiyi elinden telefonu indirmeden fotoğraf çeken insanların yarattığı izdihamdan sıyrılıp sergideki işleri gezmeye çabaladım fakat, 95 kişinin 93ü bütün işlere 'cep telefonuyla yaklaştığı' için ben de bir yandan bu muhteşem kadrajları bozmamaya çalışıp bir yandan görevlinin işlere sarılıp fotoğraf çektirmeye çalışan insanları uyarışıyla empati kurup görevlilerin asabilikleri üzerine düşünürken, bir süre hareketsiz kaldığı için sergi işi sanılan sevgilimi sergi işi sanan insanların ruh hallerine gülerken, yanında yarım dakikadan fazla duramadığım işlerin konsepti üzerine düşünmeye çalışırken, acaba bir anda 'bütün bu işlerin fotoğrafları internette vaaar' diye bağırsam işe yarar mı derken kendimi dışarı attım. Allahım bu içerideki kalabalık -evet 95'in 93- napıyor?? Bu çılgınlık ne, niye? Elbette aynı anda yolda yürürken İstiklalin Kızılderililerinin, İKSV Caz festivali standının, sürekli gülümseyerek keman çalan teyzenin önündeki kalabalıkların da tek el havada görüntüleri ilk defa karşılaştığım şeyler değildi fakat ilk kez bu kadar fotoğraf çekme eyleminin inanılmaz bir tüketime dönüşüşüne ve bir insanın anı yaşama hak ve özgürlüğünü elinden alabileceğine yakından tanık oldum.
Yani şimdi her şeyi bırakıp insanlar sergiye gidiyo hiç olmazsa diye manasızca sevinmeli miyiz?
ARTER'den çıkışta geçen yıl tesadüfen 1.sine gittiğimiz Borusan Müzik evi'ndeki Madde ve Işık 2 'ye gittik. ARTER'in aksine burası bomboştu. Bütün sergiyi görevlilerle sohbet ederek yalnız gezdik.-ne huzur! Halk Piccinini'yi sevmiş yapacak bir şey yok. Gerçi geçen sene Madde ve Işık'ta da üç boyutlu gözlüklerin arkasından fotoğraf çekmeye çalışanlar vardı. Bu sene çekmeye değer bulunmamış belli ki. Göstermeci not: gezmeye değil, çekmeye!
Şimdi Barthes'ı, representation kavramını, yeniden düşünmek lazım. O fotoğraflar niye çekiliyor? 'Abi baksana kadın ne kadar gerçekçi yapmış çocukları ya, canlı gibi, valla dokunsam canlanıcak sandım baksana şuna, burda o kadar belli olmuyo ama bi canlı canlı görsen….' Daha işin kendisi görüp incelemeden fotoğrafını çekip öbürüne geçen insanların o fotoğrafları o an o işten alacağı zevk, ya da bir nebze üzerine düşüneceği bir ayrıntı bulma üzerine harcayıp sonra belki eve gidince uzun uzun inceleyecekleri ya da aynı el çabukluğuyla başkalarına sunmak üzere facebook'taki vitrinlerine koyacakları bir fetiş nesnesi haline getirme durumlarını çok önemli buluyorum. Anı ve duyguyu erteleme, eskiden documentary dediğimiz fotoğraf çeşidinin iphone'larla birlikte geldiği durum, görüntü dünyası görüntü kirliliği dünyası…. Bir konsere gittiğimde önümde cep telefonu olan tek elini havaya dikmiş insanlar kalabalığından dolayı sahneyi göremiyor olmak, en sevdiğin şarkı çalarken sevgiline ya da arkadaşına sarılıp gözlerini kapatıp şarkıya eşlik etmek yerine şarkının yarısını 'dur dur dur dur seninki daha iyi mi çekiyordu, al bi de bunu dene zoom yap zoom yap' diyerek geçirmek' normalde fotoğraf çeken insana saygı duyup kadraja girmemek için yönünü değiştirirken artık her yer mutlaka birinin kadrajında olduğu için kaçmaya ya da yön değiştirmeye gerek duymamak…bütün bunlar farkında olmadan maruz kaldığımız, yaptığımız, kendimizi içinde bulduğumuz çok yeni durumlar değil mi? Peki bu akademik olmayan yazıda ne öneriyorum? 'Fotoğraf çekmek yasak' mı ?'Ateşle yaklaşmayın' mı ? Ya da benim gibi 'sadece fotoğraf makineniz varken çekin' mi? O kavga anlarını çeken cüce hayalimin üstüne giderek hırsımı alabilir miyim?
Postmodernizm kendini üretiyor biz hiç farkında olmadan, ben şimdi gittiğim bir sergi üzerine sergi konsepti ve işleriyle tamamen alakasız , sergide geçirdiğim vakit ve yaşadıklarım üzerine yazarken. Ve bu yazdığım konu geri dönüp 'Beni Bağrına Bas' başlıklı serginin mutantlaşmış varlıklarıyla 'insanın' içiçeliğini öngören bir yansımasıyla kurabileceği bağı sezdirerek!. Ne garip!